30 Nisan 2024 - Salı

Şu anda buradasınız: / MÜSLÜMAN GENCİN AHLÂKI
MÜSLÜMAN GENCİN AHLÂKI

MÜSLÜMAN GENCİN AHLÂKI Hilal Kaleli

İnsanoğlunun bu dünyada da ahirette de imandan sonra en şerefli hazinesi, sahip olduğu güzel ahlâkı ve edebidir. İnsanın kıymeti de ancak bu şerefli hazinesinin değeri kadardır. Nitekim Rasulullah (s.a.s.) “Bana en sevgili olanınız ve kıyamet gününde bana mevkîce en yakın bulunacak olanınız ahlâkça en güzel olanlarınızdır”1 buyurmaktadır.
İman, kişiyi iyiliklere yönelten ve kötülüklerden alıkoyan bir kuvvettir. Bunun içindir ki Allah Celle Celâluhu kullarını iyiliğe davet edip kötülükten men ederken bunu kalplerdeki imanın bir gereği kılmıştır. Allah Rasulü (s.a.s.) de güçlü imanın mutlak olarak güçlü ahlâkı gerektirdiğini, ahlâksızlığın ise iman zaafından veya yokluğundan kaynaklandığını açıklamıştır. Dinimiz, güzel huylu olmaya ciddi mânâda önem vermiş, faziletini zikredip insanları buna teşvik etmiştir. Doğrusözlülük, güvenilirlik, sabır, cesaret, adalet, vefâ, cömertlik, yumuşak başlılık, hayâ, sözünde durmak gibi güzel vasıflar, iman ahlâkından kabul edilir. Bunların zıddı olan yalancılık, sahtekârlık, tahammülsüzlük, korkaklık, zulüm, nankörlük, cimrilik, saldırganlık, utanmazlık, ihânet gibi vasıflar ise iman dışı vasıflardır. Öyleyse İslâm’ın teşvik ettiğine yönelip zemmettiğinden de sakınmak, müslümanın en önemli görevidir.
Mü’min, her hareketiyle İslâm’ı temsil ettiğinden dolayı gerek kılık-kıyafetinde, gerek günlük konuşmalarında, gerek suratında taşıdığı ifadede, duruşunda ve toplum içi ilişkilerinde çok titiz davranmalı, İslâm ailesinin mümtâz bir ferdi olduğunu asla unutmamalıdır. Hele ki her tülü çirkin fiillerin işlendiği, arsızlığın hüküm sürdüğü böyle bir zamanda; özelde gençler, genelde tüm müslümanlar şöyle tepeden tırnağa kendisine bakıp kim olduğunu sık sık hatırlamalıdır. Çünkü müslüman her platformda inancıyla eylemlerinin örtüştüğü insandır. Bu yüzden saçı-sakalı, kılık-kıyafeti, konuşurken seçtiği kelimeleri ve surat ifadesi bir müslümanın davetinin verimli olmasındaki en önemli ilkelerdir.
Bilindiği üzere Rasulullah (s.a.s.)’in dâvetinin başarılı olmasındaki en büyük sebep, O’nun güzel ahlâkı idi. O’nun (s.a.s.) iyiliklerini, güzel huylarını gören insanlar kalplerinde yumuşama hissetmiş ve bu sayede imanla şereflenmişlerdi. Kişinin davet ettiği şey ne olursa olsun, ahlâkının güzelliği ya da çirkinliği, insanların dâvete icâbet etmesine veya etmemesine en büyük etkendir. Yine güzel huylu olmanın insan hayatındaki önemini, mağarada ilk vahiy geldikten sonra, Hz. Hatice’nin Allah Rasulü (s.a.s.)’i teskin edici sözlerinden anlayabiliriz. Hz. Hatice, Muhammedî ahlâkı alemlere duyuracak o cümleleri şöyle sıralamıştı: “Asla üzülüp endişelenme. Allah senin gibi bir kulunu kesinlikle utandırmayacaktır. Sen ki, akrabalarını koruyup gözetirsin, düşkünlerin elinden tutarsın, ihtiyacı olanın ihtiyacını karşılarsın, misafirine her türlü ikramı yaparsın, hakkın yanında yer alır, hakkın ikâmesi için çalışırsın.”2
Öyleyse insanlara iyilikle muâmele edip güzel huyları kendisinde toplayan ve hakkın yanında duran bir kimse, başına gelen şeylerden korkmamalı; Allah-u Teâlâ’nın güzel ahlâk sahibini mahzun etmeyeceğinin farkında olmalıdır.
Gelmiş geçmiş bütün insanlık, peygamberlerin mükemmel ölçüdeki nice ahlâkî davranışlarına şahittir. Bunun en güzeli misâllerinden biri, şüphesiz Yusuf (a.s.)’dır. O, kendisine açık bir şekilde zulmetmiş olan kardeşleriyle yıllar sonra bir araya geldiğinde, “Bugün size başa kakıp ayıplama yoktur. Allah sizi affetsin. O, merhametlilerin en merhametlisidir”3 demişti. O, affedebilmenin erdemini ve şerefini sonraki ümmetlere göstermiş aziz bir peygamberdi.
Rabbine güzel bir kul olmak isteyen kimse, kendi nefsini sürekli hesaba çekmeli, düzeltmesi gereken kötü huyları, güzel huylarla değiştirmelidir. Kibre mağlup biri tevâzu ile, sert ve katı kalpli biri merhamet ile, cimri biri cömertlik ile, tahammülsüz biri müsamaha ile huylarını değiştirmelidir. Böyle bir terbiye de ancak güzel bir numûneye dayanırsa netice verecektir. Allah Rasulü (s.a.s.) ashabı arasında davet ettiği ahlâk için en güzel numûneydi ve bunu ashabının kalbine en güzel şekliyle nakşediyordu. Enes (r.a.) ne diyordu? “Ben Rasulullah (s.a.s.)’e on yıl boyunca hizmet ettim. Allah’a yemin olsun ki, bana bir defa bile ‘Öf’ demedi. Yaptığım herhangi bir şeye, ‘Niçin böyle yaptın veya şöyle yapmadın’ da demedi.”4
İnsanların kusurlarından önce kendi kusurlarıyla meşgul olan, Allah Teâlâ’nın izniyle içini de dışını da istikâmet üzere devam ettirir. İstikâmet üzere olmak da Peygamberimiz (s.a.s.)’in bizlere öğrettiği dosdoğru çizginin üzerinde ahlâkî değerler ile yürümekle mümkündür. Mesela;
Çaresiz ve zor durumda kalanlar, hayatı boyunca işkence ve baskılara maruz kalan ama hiçbir şekilde davasından taviz vermeyip sabrı kuşanan peygamberi kendisine örnek alabilir.
Zengin ve varlıklı insanlar, bütün malını ihtiyaç sahiplerine dağıtan, düşkünlere yardım eden, cömert peygamberi kendisine örnek alabilir.
Savaşta komutanlık edenler, az sayıdaki mücahidleriyle çok sayıdaki düşmana galip gelen, büyük zaferler kazanmasına rağmen vâkârı elden bırakmayan kararlı ve cesur peygamberi kendisine örnek alabilir.
Topluma vaaz veren hocalar, tatlı diliyle, hakikatleri gizlemeden apaçık bir şekilde anlatan, anlattıklarını bizzat kendi yaşayan özü sözü bir Muhammed (s.a.s.)’i kendisine örnek alabilir.
Kendini bilen aklı başında gençler, gençlik yılları boyunca, iffet, doğruluk, hayâ ve edep timsâli genç Muhammed (s.a.s.)’i kendisine örnek alabilir.
Yani her insan, her ortamda ve her şartta, Peygamberimiz (s.a.s.)’in hayatından dersler ve örnekler görebilir. O (s.a.s.) öyle bir rehber ki, kendisine uyulduğu zaman karanlıklar aydınlık olacak, cevapsız sorular cevap bulacaktır. Çünkü O (s.a.s.)’in yüce ahlâkı, insanların karşılaştığı her ihtiyaca cevap verebilecek en güzel kılavuzdur. O (s.a.s.) her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu, hoşlanmadığı şeyi görmezlikten gelen, kınamayan, yardım eden, susması konuşmasından uzun süren, kimsenin gönlünü kırmayan, bütün güzel huyları kendisinde toplayan mükemmel örnek ve muhteşem bir peygamberdi.
MÜSLÜMAN GENÇ VE AİLE
İslâm’da aile hayatında kadının başlıca görev ve sorumluluk alanı evidir. Bu durum, prensip olarak aile bireylerinin ilgisiz kalmasını ve ihmâl edilmesini önlemektedir. Bugün her ne kadar cahiliye eğitimi, feminist kadın ruhunu topluma dayatsa da biz onların özgürlük adı altında kadına yüklediği modern kölelikten ve aşağılık yaşantıdan beriyiz.
Anne ve baba, çocuklarının müslümanca yetişmesinin, işlerinden ve dünyevî meşgalelerinden çok daha önemli olduğunu bulmak zorundadır. Acaba müslümanlar ümmetin meselelerine koşayım derken, bazen gözleri önündeki evladının eğitiminden, ahlâkından, giyiminden, arkadaş ortamından habersiz mi kalıyor? Ümmetin mescidi, ümmetin çocukları, ümmetin işi, ümmetin meselesi... derken kendi ailesini ihmâl mi ediyor? Yoksa önce aileyi inşa edip ondan sonra bütün aile fertleriyle mi ümmetin işlerine koşmalı? Buradaki o ince ayrıntıyı pekâlâ herkes kendi vicdanına sorabilir.
İslâm, doğruluk faziletinin küçük yaştan çocukların ruhuna işlenmesini tavsiye eder. Böyle olursa çocuklar doğruluk ruhuyla yaşar ve tüm sözlerinde dürüstlüğe alışırlar. Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor: “Ben küçüktüm, Rasulullah (s.a.s.)’ın evimizde bulunduğu bir günde, annem beni ‘Gel, sana bir şey vereceğim’ diye çağırdı. Rasulullah (s.a.s.) anneme ‘Çocuğa ne verecektin?’ diye sordu. Annem ‘Ona hurma verecektim’ dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) ‘Eğer çocuğa bir şey vermeyecek olsaydın, senin aleyhine bir yalan yazılırdı’ buyurdu.”5 İşte bu yüzden müslüman bir ebeveyn daima çocukları üzerinde varlığını hissettirmelidir. Evladının okuduğu kitapları, vakit geçirdiği arkadaşlarını, terbiye ve eğitim verenlerini, gidip geldiği yerleri kontrol etmeli; ona baskı kurmadan nasihat ederek doğruya yönlendirmelidir.
Her insanın tüm davranışlarının bir dünya görüşünden kaynaklandığı muhakkaktır. İslâm’ı öğrenmiş, tevhîd hakikatini kavramış gençler olarak bizler şunu unutmamalıyız ki, İslâm’ın bazı ibadetleriyle tanışmış ama tevhîd hakikatiyle tanışmamış diğer gençlerden biraz daha farklıyız. Nasıl ki her toplumun kendine has yemek pişirme ve yeme şekli varsa, aynı durum ahlâkî değerler için de geçerlidir. Bu nedenle, İslâm’ın ahlâkî değerler anlayışı ile seküler kesimin ahlâkî değerler anlayışı birbirinden farklıdır. Öyleyse Yüce Allah’ın seçtiği gençler olarak bizler bu değerlerin kıymetini bilmeli ve bunun nişanesini aldığımız İslâmî eğitimle ve ahlâkımızla göstermeliyiz. Yani bizler, laik sistemlerin eğitimiyle ahlâklanmış gençler gibi giyinemeyiz, onlar gibi düşünmeyiz, onlar gibi bakamayız dünyaya.
Hakikat o ki, onlar bizim gördüğümüzü görüp anladığımızı anlayana dek, hiçbir alanda onlar gibi davranamayız bu hayatta. Binâenaleyh, tevhîd hakikatine ve İslâm ahlâkına muhtaç nice körpe beyinlere Allah Teâlâ’nın hidayet yolunu göstermesini cân-ı gönülden niyâz ediyoruz.
Evlat ebeveyne emanet edilmiştir ve onu cehennem ateşinden koruyup, yaşadığımız çağın şeytânî tuzaklarından uzak tutmak, önce ebeveynin sorumluluğudur. Bildiğimiz üzere, cahiliye döneminde babalar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyor ve çocuğun dünyasını mahvediyorlardı. Şimdikiler daha çağdaşça televizyona, sokaklara, okullara, mâlâyâni kitaplara, sosyal medyaya ve telefonlara gömerek çocuklarının ahiretini mi mahvediyor? Ne dersiniz?
Evlat ilâhî bir emanettir ve anne-babanın en kıymetli varlığıdır. Onun terbiyesini ve zihnini kimsenin eline teslim etmemelidir. Ne buyurmuştu Hz. Peygamber (s.a.s.)? “Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir şey bağışlayamaz.”6
BİR HATIRLATMA
Ey müslüman kardeşlerimiz! Nereye bu gidiş?
Bizler ki İslâm’ın edebi kuşanmış kadınları ve vâkârı kuşanmış yiğit erkekleri değil miydik? Yoluna feda olduğumuz İslâm’ın ölçülerini her alanda hayatımızın esası kılmayacak mıydık? Bizleri mü’min olmanın gerekleriyle, diğer tüm insanlardan ayıran değerlerimize ne oldu şimdi? Şu “mim”siz medeniyetin, yani deniyetin* karanlığı içinde kaybolmuş milyonlarca yığından Yüce Allah bizleri seçip kurtarmışken, bize ne oluyor da onlar gibi davranmaya yöneliyoruz? İrademizi neye teslim ettiğimize dönüp bakmayacak mıyız?
Şayet kendisini kontrol etmez de gayesini unutursa insan, bomboş geçen zamanın hakkını nasıl ödeyeceğini bir an bile düşünmeyen; içi boş, aklı boş, zikri boş bir beden taşımaktan öteye geçemez hiçbir zaman. Düşünüyor muyuz bu hayat, yiyip içip gezmekten, vakit namazları kılıp telefona sarılmaktan, ahiret için hiçbir fayda sağlamayacak arkadaşlarla vakit geçirmekten ibaret mi? Mesela var mı şöyle “Gel yarınımızı da oruçlu geçirelim!” diyen arkadaşlarınız? Ya da “Gel biraz Kur’ân okuyup tefsirine bakalım!” diyen veyahut da “Kendimizi düzeltmek için bir şeyler yapalım!” diyen arkadaşlarınız var mı etrafınızda?
Varsa ne mutlu, çünkü çevremizde “Gel şurayı gezelim, burada eğlenelim, onu yiyelim, bunu içelim…” diyen arkadaşlar çoktur hiç şüphesiz. Âkıbetimiz için önem taşıyan bu bariz farklara dikkat ediyor muyuz?
Arkadaşın arkadaş üzerindeki tesiri çok büyüktür. İşte önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu gerçek hakkında bizleri şöyle uyarıyor: “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.”7
Huy, başkasının huyundan etkilenir ve insan, arkadaşının takip ettiği yola çok erken koyulur. Bulaşıcı hastalıkların bedenlere sirâyet etmesi gibi ahlâk da birinden diğerine sirâyet eder. Şu da bir gerçektir ki, kötülüklerin sirâyet etmesi, iyiliklerin sirâyet etmesinden daha erken olur. Mesela çoğu kez sigara tiryakiliği, içmeyene hemen bulaşır. Fakat içenin içmeyene bakıp sigarayı terk etmesi çok nadirdir. Ya da sürekli kaba ve argo konuşan birinden, yanındaki hiç böyle sözler kullanmayan kimseye bir şeyler bulaşabilir. Fakat ağzı argoya alışmış birinin, hiç kullanmayana bakıp çirkin sözleri terk etmesi daha nadirdir. İşte tüm bu tesirlere binâen Allah Rasulü, arkadaş meclislerinin seçiminde çok dikkatli davranmamızı emrederek, mânidar bir örnekle meselenin ciddiyetini şöyle zikrediyor: “İyi arkadaşın durumu, misk satan birinin durumu gibidir. Sana miskinden bir şey isâbet etmese de kokusu isâbet eder. Kötü arkadaşın durumu da körükçü yanında duranın hâli gibidir. Sana körüğün isi dokunmasa da dumanı isâbet eder.”8 Durum şu ki, seven sevdiğinden mutlaka bir şeyler alır, farkında bile olmadan. İyi bir arkadaşlığın sırrı, tüm menfaatlerden uzak, Allah Teâlâ’nın rızası ile iyilik ve iman esasları üzerine kurulmuş olmasıdır. İşte hayırlı arkadaşlık ve Allah için sevmenin mânâsı budur.
SONUÇ
İslâm, tüm milletlerin bekâsını, kuvvetlerinin devamını, medeniyetlerin yükselmesini iyi ahlâkın varlığına bağlamıştır. Milletlerin ahlâkı çökerse, onlar da çökerler. Öyleyse istikbâlimizin bağlı olduğu mukaddesâta sahip çıkmak en mühim vazifemizdir.
Gerçek müslüman, vaktini çok iyi değerlendirmeli ve ömrün en büyük sermaye olduğunu unutmamalıdır. Rasulullah (s.a.s.)’in bildirdiği üzere ömrümüzü nasıl harcayıp tasarruf ettiğimizden hepimiz sorguya çekileceğiz ve sorgu özellikle ömrün ilk yarısı üzerinde yoğunlaşacaktır. Çünkü bu dönem; kişiden canlılık, güç ve hareketin fışkırdığı, insan ömrünün üretim ve verim zamanıdır. Yaşamın zirvesidir. Çocukluk ile ihtiyarlık arasındaki gençlik dönemi, hayat kasîdesinin seçilmiş en güzel beytidir. İnsan bu zaman diliminde kendini koruyabilirse, dünyada ve ahirette kazançlı çıkacaktır. Gençlerin ciddi ve bilinçli atılımları, İslâmi şahsiyetin temel dayanaklarının sağlam durmasını ve diğer milletlerden ayırt edildiğimiz güzel ahlâkın ayakta kalmasını sağlayacaktır. İşte bu sebeple gençler, geleceğin umut kapısıdır.
Varlığımızı araştırmalı ve bu varlığın temel esaslarına sımsıkı sarılmalıyız. Aslımıza, asaletimize, kendi orijinal yapımıza dönmeliyiz. Böylece Allah Teâlâ katında, hiçbir zaman ve mekânın yıpratamayacağı daimî mevkîler elde edebiliriz.
Allahım, çirkin huy ve davranışlardan sana sığınırız, ahlâkımızı güzelleştir.
 Seni anmak, sana şükretmek ve sana güzelce kulluk etmekte bize yardım et!
AMİN!
Tirmizî, Birr, 77.
İbn Sâ’d, Tabâkât, c. 1, sh. 195.
Yusuf, 12/92.
Müslim, Fedâil ,13.
Ebu Davud, Edeb, 88.
Tirmizî, Birr, 33.
Ebu Davud, Edeb, 19.
Buhârî, Büyû, 38.
Müslim, Birr, 146.
*câhiliyye, dalâlet, ahlaksızlık, alçaklık

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul